Katil, Hrant Dink'le birlikte Türkiye'yi de vurdu

-
Aa
+
a
a
a

Radikal20 Ocak 2007

Katil kim?.. Amacı ne?.. Kim olursa olsun, amacı ne olursa olsun, vardığı sonuç şu: Attığı kurşunlarla, Hrant Dink'le birlikte Türkiye'yi vurdu. Türkiyemizin, demokrasi ve insan hakları yolunda -zaman zaman duraklayarak da olsa- devam eden ilerleyişini vurdu. Hrant Dink, ülkemizin değerli bir gazetecisiydi. Görüşlerini başında bulunduğu Agos gazetesinde yayımlıyordu. Görüşleri yüzünden yargılanması, Ceza Kanunu'ndaki eski 159'uncu (şimdi 301'inci) maddenin çağdışılığının sonucudur. Ermeni konusundaki görüşleri, devletin resmi görüşüne, muhakkak ki, yakın değildi. Ama, dava edilen yazısında asıl eleştirdiği şey, Ermeni diyasporasının o konudaki tutumuydu. Ama, bunun, dava sırasındaki bilirkişi raporunda belirtilmesine rağmen, dava, Hrant Dink'in altı ay hapse mahkûm edilmesiyle sonuçlanmıştı. Gerçi ceza ertelenmişti. Ama Dink, o maddeden mahkûm edilen bir gazeteci olmuştu. * * * İnsan o davanın aşamaları sırasında ona yönelik sözlü ve fiili saldırıları da hatırlıyor. Ne kadar haksız, ne kadar ilkeldiler... Ben o saldırılar sırasında Dink'i henüz tanımıyordum. Geçen yaz bir gazeteciler yemeğinde tanıdım. Çok sempatik bir kişiydi. Sohbeti de çok iyiydi. En üzüldüğü şey, eski 159'uncu, yeni 301'inci maddedeki ifadeyle 'Türklüğü aşağıladı' diye suçlanmasıydı. "Ben yaşadığım ülkedeki insanları nasıl suçlarım" diyordu. "Beraber yaşadığım, hayatımı geçirdiğim, çocuklarımın, torunumun yaşadığı ülkenin insanlarını?.." Kararın değiştirilmesi olanağını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde arayacaktı. Cezanın bir gün gelip ifaz edilebileceğinden korktuğu için değil... (Zaten uygulama örneklerine göre öyle bir ihtimal söz konusu değildi)... Ama hakkındaki o 'Türklüğü aşağılama' 'isnad'ından kurtulmak için... Gazetecilik üzerine de konuştuk. Mesleğini çok sevdiği belliydi. Zaten gazetesine yıllardır verdiği emek de ortadaydı. Öldürülmesi, yakınları için olduğu gibi, Türk basını için de çok büyük bir kayıptır. Tabii, dünyanın çeşitli yerlerinde, bu cinayeti ülkemiz aleyhine kullanmak isteyecek olanlar, eksik değildir. Fransa'da 1915 olaylarını soykırım diye nitelemeyenleri cezalandıran hukuk dışı yasanın mimarları, bunu kendilerini haklı çıkaran bir kanıt sayacaklardır. (Zaten o yolda haberler gelmeye başladı bile)... Amerika'da, Kongre'ye yeniden bir Ermeni tasarısı getirenler, bu olayı 'dava'larını güçlendiren bir argüman gibi göreceklerdir. Onlara, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Türkiye'ye karşı önyargılı davranmayı alışkanlık haline getirenler katılacaktır. Başta, onun AB'ye girmesine engel olmak için hiçbir fırsatı kaçırmayanlar olmak üzere... Ne hazin tecellidir ki, bugün Hrant Dink yaşasaydı, onlara ilk karşı çıkan o olacaktı... Daha önceleri yaptığı gibi... Onu öldürenler, bununla, Türkiye karşıtlarının girişimlerini güçlendirmiş olmakla kalmadılar, Türkiye'nin en etkili savunucularından birini de öldürmüş oldular. * * * Bugün, Hrant Dink'in alçakça öldürülmesi karşısında duyduğumuz büyük acı içinde, şu iki noktayı da düşünmemiz gerekiyor: 1- Ülkemizde, bu gibi cinayetlerin ortamının oluşmasında önemli etkileri olan tutumlar, söylemler var. Vatandaşlara, düşünceleri, etnik kökenleri, dini inançları dolayısıyla şüpheyle bakan, onları düşman gibi gören ve gösteren tutumlar ve söylemler... Siyasetçiler, basın mensupları, sivil toplum örgütü sözcüleri, tek tek vatandaşlar, katıldıkları tartışmalar, ne kadar sert olursa olsun, söyleyecekleri sözleri daha dikkatle seçmelidirler... Hele, 'demokratik gösteri hakkımı kullanıyorum' diye düzenlenen gösterilerde, her türlü demokratik ölçünün dışına çıkan davranışları teşvik etmekten kaçınmalıdırlar. 2- Ülkemizde asayiş sorunlarının giderek büyümesi, bu gibi siyasi nitelikteki cinayetleri de kolaylaştırıyor. Güvenlik güçlerinin, saldırıya uğraması muhtemel olan kişileri koruma konusundaki imkânları daralıyor. Hrant Dink'in korunması, hem daha önceki saldırılar, hem de son sıralarda aldığı tehditler dolayısıyla, herhalde gerekliydi. Herkes sanıyordu ki, Dink hakkında o yolda tedbirler alınmıştır. Meğer yokmuş. Yok olduğunun gerekçesi olarak bir açıklama yapıldığını televizyonda işittim. Deniliyor ki: "Hrant Dink koruma istememişti..." Bu da düşündürücüdür. Korunması gereken kişilerin saptanması, özellikle bu gibi hallerde, onların isteğine bağlı olmamalıdır. Bazı kişiler, çeşitli nedenlerle, öyle bir talepte bulunmak istemezler. Rahmetli Uğur Mumcu da istememişti. Bu gibi cinayetlere kurban giden başka birçok kişi de öyle... Ama, bu korumasızlık, o cinayetleri işlemeye hazırlananların yolunu açıcı bir etkendir. Güvenlik makamları, artık, bu gerçeğin gereğini yapmaya özen göstermelidirler. * * * Hrant Dink'in öldürülmesiyle, son zamanlarda pek yaşanmamış olsa da, yakın geçmişimizde pek çok örneği bulunan bu gibi cinayetlere bir yenisi eklenmiş oldu. Bu örneklerden bazısı da bu ocak ve şubat aylarına rastlıyor. Ocak'ın 24'ü, gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun öldürülmesinin yıldönümüdür. Cumhuriyet yazarı Mumcu, 24 Ocak 1993'te Ankara'da arabasına konulan bombanın patlamasıyla öldürülmüştü. Ocak'ın 31'i bilim adamı, siyasetçi ve yazar Profesör Muammer Aksoy'un Hrant'ınkine benzer şekilde, tabancayla vurulduğu günün yıldönümüdür. Aksoy 1990 yılının 31 Ocak gününde Ankara'daki çalışma yerinin giriş kapısında vurulmuştu. Milliyet gazetesi Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi de, 1 Şubat 1979'da, Mehmet Ali Ağca tarafından, Nişantaşı'ndaki evinin yakınında araba içindeyken öldürülmüştü... Bunlar siyasal veya ideolojik görüş farkı yüzünden işlenen cinayetlerdi. Geçen yılın Şubat'ın 5'inde bunlara, bir de din farkıyla ilgili olduğu anlaşılan bir cinayet eklendi. Trabzon'da rahip Andreas Santaro öldürüldü. Tabii, ocak ve şubat aylarının dışında işlenen benzeri cinayetler de eksik değil.

Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in, dairesince alınan bir kararı beğenmeyen biri tarafından cinayet sonucunda öldürülüşü, 2006'nın 17 Mayıs'ında... Proföser, siyasetçi ve yazar Bahriye Üçok'un evine gönderilen bombalı zarfla öldürülüşü, 1990'ın 6 Ekim'inde... Yazar Musa Anter'in Diyarbakır'daki öldürülüşü, 20 Eylül 1992'de... Daha kimler ve kimler var: Ahmet Taner Kışlalı'lar, Çetin Emeç'ler, Turhan Dursun'lar... Hepsini rahmetle anarız. 2001'le 2006 arasında 'Artık böyle şeyler olmaz' sanılıyordu. 2006'da iki defa oldu. 2007'de de, işte bu son alçakça cinayet, Hrant Dink'i aramızdan ayırdı. Tüm yakınlarıyla ve basınımızla birlikte, Türkiye'nin başı sağolsun.